26 Mayıs 2010 Çarşamba

Mahşerin Dör Tatlısı

Bildiğiniz gibi hepimiz öleceğiz. Öldükten sonra tekrar toplanacağımız yer ise "Mahşer" adı verilen mekandır. Bu mekanda da her mekanda olduğu gibi seyyar satıcılar vardır. Bunlar, orada bekleşen insanların açlıklarını gidermek için oradadırlar.

Ama mahşerde her yiyecek satılmaz. Oranın kendine has kuralları vardır. Sadece DÖR adı verilen bir tatlı satılır. Mahşerin dör tatlısı çamurdan yaratılmıştır. Ama onu yapan usta önünde secde etmediği için fırından kovulmuştur.

Dünyamızda bu tatlı Cart d'Ör olarak lanse edilmeye çalışılıyorsa da, DÖR tatlısı iyi insanlar için şimdiye kadar aldıkları en büyük haz, kötüleri için en büyük acı olacaktır. Veya olmayacaktır.

4 Mayıs 2010 Salı

How Can We Stop Sinking of Our Relation Ship?


Başlamadan önce,
Relationship between men & chicks’i okumadıysanız söz konusu Final Cut sizin için pek bir şey anlam ifade etmeyecektir. Haberiniz olsun diye söylüyorum.

"Evlenmeden önce olmaz." diyenlerle evlendikten sonra "olmaz" diyenler arasındaki ilişkinin, doğru tanımlanmadığı takdirde bizlere cehennem hayatı yaşatacağı konusunda hemfikiriz sanırım.

Not: Bir de köpek aldıktan sonra ona "olmaz" diyenler vardır. Selam ederiz.

İlişkiyi doğru tanımlamanın aslında "ben" dediğimiz şeyi (ve diğer her şeyi?) doğru tanımaktan geçtiğini, geçen tünememizde açıklamış, NipTuck ve Şopenhauer`den esinlenmekle suçlanmıştık.

Şimdi bunun işleri nasıl düzelteceği konusunda ayrıntıya giriyorum. Sıkı tutunun!

Birisi "Ölmeye doğmaktır yaşamak!" demiş. Tam olarak kime demiş bilinmiyor. Sanırım ortaya söylemiş.

"Hayat bir can çekişme sürecidir, Doğduğumuz andan itibaren can çekişir ve sonunda ölürüz." demiş az öncekinden esinlenen ve daha karamsar olan bir diğeri...

Ben de "Hayat haytadır biraz." demiştim. Diğerlerine nazaran çocuksu, kabul ediyorum.

Varolduğunu bilmek aynı zamanda öleceğini bilmeyi de yanında getiriyor. Öleceğimiz gerçeği, yaptığımız her şeyin altındaki gizli motivasyondur. Bir tür ölümsüzlük arayışıyla; çocuk, sanat, bilim yaparız. "Hayatın anlamını" ararken aslında "ölmekten korkuyorum!" diye haykırırız.
Zaten "anlam" denen şey insanın yarattığı en güçlü kurgudur. Neyse konumuz bu değil.

O son anda, elimizi tutacak ve cesaret verecek birini isteyişimizden bahsedelim. Bunu, inkâr etse bile herkes ister.

Bazen "yalnız gitmemek" şeklinde kendini gösterir bu isteğimiz.

Birkaç kişiyi öldürüp intihar edenler, kendini feda edip düşmana son bir saldırı yapanlar, birbirinden ayrılmamak için birlikte uçurumdan atlayanlar, yatağında canını teslim ederken sevdiklerini etrafına toplayanlar...

Yani sırasıyla; Manyaklar, Kahramanlar, Aşıklar ve Sıradan/normal/iyi insanların, ölüm karşısındaki "yalnız olmama-gitmeme" arzuları ortaktır.

Eğer tüm yaşam bir "ölme" süreci ve ölüm tüm davranışlarımızın motivasyonu ise yalnız yaşamamak (/ölmemek) için AŞK`a böylesine sarılmamız, onu kutsallaştırmamız gayet normal.

Gelelim çocuk yapımına...

Çocuk yapmak sadece gelecek nesli yaratmak için Doğa Ana`nın (çaktırmadan veya dosdoğruca) bize yaptırdığı bir eylem midir sadece?

Elbette hayvani yönümüz için bu böyledir. Ancak bilinç düzeyinde bu eylemin amacı bir şekilde ölümden kurtulma düşüncesini içerir.

Toparlarsak; İçimizdeki hayvan; Doğa Ana`nın zorlamasıyla gelecek nesli garantiye almaya çalışırken, Bilinçli düşünce tarafında, ölüm gerçeğinden kurtulmaya çalışan bizler (yani "ben" ler) aşık olma-çocuk yapma uğraşısı içinde buluruz kendimizi.

Bu durum herkes için aynıdır.(Deli ve Dahiler hariç) İlişkilerdeki sorunlar bu iki yönlü baskıdan doğar. Kıstırılmış, kapana kısılmış bir benliğin kontrolünü ise içerdeki HAYVAN alır. Çünkü onun hala bizimle olmasının nedeni böyle durumlarda olaya el koyarak doğru davranmamızı ve üstümüze doğru hızla gelen kamyondan kaçmamızı sağlamak gibi konularda işe yaramasıdır.

Bu tür durumlarda (kapana kısılma hissi veren durumlarda) kaçma ve savaşma seçenekleri vardır. Bu durumda seçim yapmak ise hayvani yanımızın uzmanlığıdır. Her ne kadar üstümüze gelen kamyonken, verdiği kararlar genelde doğru ise de, konu kadın-erkek ilişkilerine geldiğinde kristal dükkanındaki fil gibidir.

Sonuçta ya ilişkiden kaçılır ya da karşı cins "düşman" olarak görülerek, cezalandırılır. Ki bu hatanın nedeni bizi kapana sıkıştıranın karşımızdaki zannedilmesi ile ortaya çıkar. Hal bu ki baştan beri tekrarladığımız gibi konu kendi zihnimizdeki tanımlamalarla ilgilidir.

Not: Bu cezalar ruhsal-fiziksel olabilir.

Böylece cehennemin küçük ölçekli bir benzeri sizin yaşamınız haline gelir.

ÇÖZÜM?

Öncelikle soru öyle sorulmaz: "Çözüm?"

Ne lan bu? Böyle sorulur.

Çözüm ise gayet basittir. Durumun "BU" olduğunu anlamak.

Yani sorunun nereden kaynaklandığını anlamak, sorunu çözmez daha da iyisini yapıp sorunu ortadan kaldırır. Zira bir "sorun" yoktur. Sadece hatalı tanımlama ve hatta tanımlamamadan doğan bir "YANLIŞ ANLAMA" vardır. Yanlış anlama giderilince sorun gider.

Zaten "hayatın anlamını" bir kenara bırakıp hayatı (varoluşu) anlamaya başladığımızda sorunlarımız yok olacaktır.

Hayatın Anlamına Hayır! Hayatı Anlamaya evet!
www.anti-hayatınanlamıcılar.com

SON SÖZ:

O kadar ölümden bahsedince "sonuç" yerine "son söz" daha uygun oldu di mi? Hişşş Juan! Di mi dedim!

Neyse... Juan uyuya dursun ben de son sözlerimi söyliyim konu hakkında.

İster duygusal ikili ilişki bazında, ister insanın varoluş karşısındaki pozisyonu bağlamında, ortaya çıkan tüm sorunlar; durumu anlama ve olduğu gibi kabullenme yoluyla çözümlenir.

Elbette ikili ilişkilerde her iki kişinin de bu olgunluğu göstermesi gerekir.

Kısacası burada okuduklarınızı aynen yapacaksınız, bitti gitti!

- The Love Son - Henrik Larsson.

20 Nisan 2010 Salı

Relationship Between Men and Chicks


Farklı cinsiyetlerden (çok da "farklı" olmasın) iki çocuk düşünün. Biri EVCİLİK oynamak isterken diğeri DOKTORCULUKta ısrar ediyor.

Birinin en sevdiği oyuncak bir araba iken öbürünün ki Barbi Bebek.

Şimdi bu çocukların büyüdüklerini hayal edelim. Biri doktor olmuş ve hep istediği arabayı almış. Diğeri de Barbi bebek kadar/gibi güzelleşip doktorla evlenmiş.

Peki sorun ne? Onları boşanmanın eşiğine getiren, ilişkilerindeki temel yanlışlık ne?

Erkek; tüm gün bir eli yağda, öbürüsü duruma göre burunda veya yüz derisini germekle meşgul olan bir estetik cerrahı. Karısının onu çok sıkboğaz etmesinden şikâyetçi.

Kadın; tüm gün bir eli Arzu`da öbürü Berk`de (çocukları) olan bir ev hanımı. Kocasının onu ihmal etmesinden bıkmış.

Sorun şu: İkisi de HAYVAN!

Üremeleri için onları bir araya getiren vücut kimyasalları azaldıkça, tekrardan insana dönüşen Dr. Jekyll ve Miss. Hyde ile karşı karşıyayız.

İflaslarını açıklayacağım "insani kurgular" bağlamında açıklayayım:

Irklara, dile, dine vs. dayalı tüm insani sınıflandırmaların düştükleri bir hata vardır. Bu "insanın" ne olduğu ve nasıl bu hale geldiği konusundaki cehaletten kaynaklanır.

Genel olarak hayatın ortaya çıkışı karşısında bu ayrımlar anlamsızlaşır. Kökenimizin ortak oluşu, birbirimizden "insan olma" bağlamında farkımız olmadığını gösterir.

Cinsiyete göre ayırmacada da böyledir. Her ne kadar "gerçek" görünse de özünde "deri rengi" kadar yüzeyseldir.

Şimdi başa dönelim. İnsan nedir?
Onu "ayıdan" ayıran nedir?
Ayının pençesiyle, insanınsa oltayla balık avlaması mı?
Yoksa ayının asla yapamayacağı bir eylemde mi aramalıyız farkı?

"BEN VARIM!" işte bu kadar basit. (Ve bir o kadara karmaşık?)

Varolduğunun bilincinde olmaktır, insan olmak. Ve bu şekilde tanımlanınca, kadın - erkek arasındaki ayrım kalkıyor. Çünkü "BEN VARIM!" demenin penislisi veya vajinalısı ("Vanilya" kelimesine ne de çok benziyor) yoktur.

Varoluş karşısında düştüğümüz pozisyon böylesine AYNI iken, yataktaki pozisyona göre bir AYRIM kurgulamak hatadır.

Toplumun dayattığı rollere, kurgulara göre kendini tanımlayanlar, HAYVANken çok mutludurlar. Çünkü bu kurgu-kurallar o yönümüzün davranışlarını düzenlemek için oluşturulmuşlardır.

NOT: Hayvanken`i tanımlarsak; ilgili vücut kimyasallarına uygun davranırken...

Ancaaak! Felsefi sorunlar, bizi insan yapan bilincimizin gündemine geldiğinde işler karışır. İlişkilerini değerlendirenler kendilerine sorar:
Kadın sorar: "Bu mu yaa?"
Erkek sorar: "Ne lan bu!?"

Çözüm ne?
Sizi tekrar "hayvan" yapacak vücut kimyasallarına sarılmak mı?
Aldatmak veya yeni bir çocuk yapmak mı?
Alış-veriş, çikolata, evlilik danışmanı?

Bunlar, kanser hastasının, morfin verildiğinde "iyileştiğini" sanmasındaki kadar boştur.

"KENDİNİ BİL!" demiş filozof. Ama ahlaki anlamda (oto kontrol) değil, felsefi anlamda.

O zaman tüm insani kurguların, fiziksel farklılıkların ötesini görebilirsiniz.

Gerçekte ilişki kurduğunuzun kim-ne olduğunu, kim-ne olmadığı fark ederek anlarsınız.

Karısının; kadın, anne, memeli, Müslüman, Kürt, ev hanımı olmadığını anlayan erkek...

Kocasının; erkek, baba, küçük memeli, ateist, Laz, işadamı olmadığını anlayan kadın...

Elbette ki tek taraflı olmaz. İkisinin de bu olgunluğa, bu dış görüye ulaşması gerekir.

Peki bu, işleri nasıl düzeltiyor?

O da sonra... Aaaaa! Elim yoruldu manyak!

- Devam edecek -


Next Episode: How Can We Stop Sinking of Our Relation Ship?

18 Mart 2010 Perşembe

Eurovision'a Katılmak Mecburi mi?


Merhaba sevgili okur. Öncelikle beni eurovision'a tamamen karşı çıkan, dik kafalı veya dick kafalı biri olarak görmenizi istemem. Hani bazı tiplerin, "ben şarkıların yarıştırılmasına karşıyım, çok gücüme gidiyoo." filan gibi söylemlerine katıldığımı söyleyemeyeceğim. O kadar da umrumda değil açıkçası. Hatta o saatte evdeysem izlerim bu yarışmayı, ülkemiz sahne aldığında da gururlanmak isterim. Gerçi bu duyguyu pek yaşayamadım ama olsundur. Bildiğiniz gibi eurovision şarkısı diye bir şey var. Bunun sebebi, belli bir süre orada kalacak olmanız ve bu süre zarfında insanları etkileyip birinci gelebilmek adına popüler ve olabildiğine gaz şarkılar yapmaktan ileri gelir. Bu sene katılacak olan maNga adlı grup da bunu elinden geldiğince yapmaya çalışmış. Şimdi gelin şarkılarını beraber inceleyelim!

Öncelikle bu şarkıyı Oslo'da dinleyecek olan insanlara sabır ve metanet diliyorum, fazla metanet göstermeyin; metan gazı filan allah korusun. Sözleri kült şarkılardan mix edilmiş, tam da olması gerektiği gibi bir manga ve eurovision şarkısı ile karşı karşıyayız. Daha iyisini bekliyor olup da hayal kırıklığına uğrayanlara buradan bir taraflarımla gülmekteyim. Bildiğiniz ve sağda solda ukalalık yaparak birbirinize söylediğiniz gibi manga, linkin park adı verilen bir grup yaşam formunun Türkiye versiyonudur. Ama bu sefer bunu bile beceremeyerek; distortion'ı, gaz bir eurovision şarkısı, başlığı altına giremeyecek kadar saftorozca kullanmışlar. Sertab Erener yaptı, biz neden yapamayalım diye düşünerek de sözlerini ingilizce salık vermişler. Şarkının Türkiye'ye ait olduğu anlaşılsın diye de siktiriboktan türk ezgilerini eklemeyi unutmamışlar. (türk ezgileri siktiriboktan değildir ama onların kullandıkları öyle.) Amaaa, tüm bunlar demek olmuyor ki, bu şarkı dereceye giremez. Söz konusu şarkı tam olarak yurovijın adlı şarkı yarışmasına uygun nitelikte, bak-kal bir şarkı. Mtv'de yeterince reklamı yapılırsa dereceye girmesi işten bile değil. Nihayetinde kendileri ülkemizi temsil etmekte ve bu yüzden* başarılar dilemekteyim.


Güleç kalın.

*yalandan da olsa

9 Şubat 2010 Salı

O Rus Bi Çocuğu...

Konu: emre dersiniz, sözlüklerde ve internet ganelinde moda olan konuşma tarzını eleştirel bir bakış açısıyla ve mizahi bir dille sorgular...


Korkunç bir kalabalık vardı. Tabi kalabalıktan korkanlar için. Yine bir çocuk öldürülmüştü. Birkaç haftadır devam eden cinayetler yüzünden, insanlar hat safhada gergindi. Yani birisi biraz kabaca "Naber lan!" dese hemen kavga çıkıyordu. İnsanlar çocuklarının hayatları için endişeliydi.


Komünizmin yıkılışı, Rus halkının dimağsında derin izler bırakmış, hatta bazılarının çocuk katiline dönüşmesine neden olmuştu. Zaten Kral Marx’da hiç yayınlanmayan son kitabında bundan şöyle bahsetmişti: "Komünizm eğer yıkılırsa, altta kalan, cani çıkar!"

Tüm bunlardan habersiz olan Rocky, bir sonraki karşılaşmasına yani Ivan Drago ile yapacağı rövanşa odaklamıştı kaplan gözleriyle. Uzun süredir hazırlandığı bu maçı kazanmak için kendini gaza getirmeye çalışıyordu ama bu çok zordu. Zira Rocky’nin birini dövmesi için genelde bir yakınının ölmesi gerekirdi.

Maç günü gelmiş ve çarpmıştı. Rocky henüz kendini hazır hissetmiyordu. Ama ringe çıktı.

Birkaç Hafta Önce…

Raskolnikov, ünlü bir dedektifti. Rus çocukları öldüren katili bulması için, katilin öldürdüğü çocuklardan birinin babası ve Politbüronun önemli isimlerinden olan bir adam tarafından tutulmuştu. Uzun süren takip sonunda, çocukların dövülerek öldürülmüş olmasından, son kurbanın yanında bulduğu boks eldiveninden ve ölen son çocuğun kanıyla duvara "Beni öldüren boksör..." yazmasından yola çıkarak katilin bir boksör olabileceğinden şüphelenmişti.
Ama bu zayıf delillerin işe yaramayacağından ve adamın serbest kalmasından korkuyordu.
Dolayısıyla katili bulduğu zaman onu adalete teslim etmeyi düşünmüyordu. Zaten onu tutan adam da böyle istemişti.

Günümüz…

Hakem maçı başlatmıştı. İlk birkaç raunt birbirlerini tartan boksörler daha sonra dayanamayıp girişmişlerdi birbirlerine.
Rocky, hep ihtiyaç duyduğu "gaz"dan mahrum bir şekilde yüzüne yumrukları depolarken çalan gong ona 6. raundun bittiğini haber verdi.

Köşesinde oturmuş boş boş bakarken yanına yaklaşan ve her halinden bir Rus dedektif olduğu anlaşılan adam, bozuk İngilizcesiyle şunları fısıldadı. Sonra da Rocky duysun diye normal tonda tekrarladı.
- Rocky. Benim kim olduğumu boşver. Esas önemli olan rakibinin kim olduğu: O RUS Bİ ÇOCUĞU ÖLDÜRDÜ! Hatta bir çoğunu!
- Vay O RUS Bİ ÇOCUĞU... öldürdü ha!

Rocky duyduklarına hemencecik inandı. Yoksa dayak yemeye devam edebilirdi.

Ivan Dragon, daha önce hiç yemediği kadar dayak yedi ve maç bittiğinde cansız yere serildi. Hakem ona kadar saydı. Zira o kadar biliyordu.

Sonunda adalet yine adalelerce sağlanmıştı...


THE END?

7 Ocak 2010 Perşembe

Reportaj-Mahal



— Evet, sayın seyirciler… Her zaman olduğu gibi yine Taj-Mahal’deki stüdyomuzda bir konuğu ağırlıyoruz. Şu anda yanımda ünlü aktör Ben Affleck var. Merhaba BEN!
— Bana mı dediniz?
— Yooo… Kendimle konuşuyordum. Hah haha ha! Şaka yaptım. Her neyse. Sanırım bizi izleyenler Türkçe konuşmana şaşırmıştır. İsterseniz dilimizi nasıl öğrendiğinizle başlayalım.
— Aslında bu, ismimin diğer dünya dillerindeki anlamlarını araştırmaya karar verdiğim birkaç yıl öncesine dayanıyor. Arayışımın sonunda fark ettim ki en güzel ve beni en iyi anlatan anlam, Türkçe olanıydı. Bildiğiniz gibi BEN, Türkçe de “ben” demek…
— Anlıyorum.
— Ardından da diğer kelimeleri ve gramerinizi öğrendim. İtiraf etmeliyim sizin diliniz hepsinden güzel!
— Keşke öpmeden önce izin alsaydınız.
— Dayanamadım!

— Peki, ya son filminiz; YUNUSLARLA YÜZÜŞEN ADAM… Duyduğumuz kadarıyla rolünüze hazırlanmak, sizin için çok ilginç bir deneyim olmuş.
—Oynadığım karakter bir balıkçıydı. Bir gün kazayla denize düşüyor ve oradan geçen yunuslar (motosikletsiz olan) tarafından tecavüze uğruyordu… Ben de rolüme hazırlanmak için benzer deneyimler yaşayan balıkçıların takıldığı bir bar buldum ve aralarına karıştım. İnanılmaz insanlar! Öyle iyilerdi ki, belki de dünyanın daha iyi bir yer olması için hepimizin benzer bir deneyime ihtiyacımız var diye düşünmeme neden oldular. Ayrıca yunuslarla çalışmak da olağanüstüydü. Onlardan öğreneceğimiz birçok şey var. Özellikle yüzmek ve çiğ balık yemek konusunda…
—Rol arkadaşlarınızdan biriyle bir yakınlaşma olduğu söylentilerine ne diyeceksiniz?
— Tamamen bir yanlış anlama… Bir arkadaşıma, yunusların memeli olduğunu kanıtlamaya çalışıyordum. Zaten sütün tadı da pek güzel değildi. Balık tadı vardı. Biz de arkadaş kalmaya karar verdik.
—Peki, tecavüz sahnesinde zorlandınız mı?
—Tabi ki zorlandım. Zira tecavüz zorla yapılan bir ilanı aşktır.
—O şekilde zorlanmak değil. Yani oynarken zorlandınız mı?
— Ah! Evet. Bildiğiniz gibi suda çığlık atmak zordur. Ayrıca gerçek bir tecavüz izlenimi vermek için yunusların, giysilerimi çıkarmaları gerekiyordu. Ama yüzgeçleri buna uygun değildi. Bu nedenle senaryoda değişiklik yapmak zorunda kaldık. Ve filme bir ahtapot ekledik. Adını da ben koydum; Coşkun!
—Filmin belgesel dalında Oscar’a aday gösterilmesi sizce doğru mu?
—Bana aktör demeleri ne kadar doğruysa…
—Bundan sonraki projeniz ne olacak?
—Emin değilim ama bu filmin devamı gelecek. Sanırım bir DÖRTLEME olacak; Yunuslarla Yüzüşen Adam, Namus Belası, Yunusları da Vururlar ve son olarak Balıkların Efendisi; Jaws’ın Dönüşü…
—Evet, sayın seyirciler. Bir Reportaj-Mahal’in sonuna daha geldik. Eklemek istediğin son bir şey var mı BEN?
— Tabi. Lütfen korsan film almayın. Bırakın; 2 TL'ye satılabilinecek bir şeyi size 15–20 TL'den satmaya devam edelim.
— O halde ben de (BEN olmayan) bir şey söyliyim; Emeğe saygı gösterin ve her ay emek vererek kazandığınız maaşın, 2 TL den fazlasını, film izlemek için harcamayın. Yazıktır! İyi akşamlar.



Related Posts with Thumbnails