14 Aralık 2009 Pazartesi

56 ve 82

Bi lafı 56 kere söylediğim halde cevap vermeyen, cevap verince de, boşaldıktan sonra mantıklı konuşmaya çalışan bi erkek gibi, ben o ayvalıktaki yazlığı satıcam, tarzında alakasız konuşan insanlar var. Bu insanların beyninin 82 yerine 0.7 rotringi fırlatmak istiyorum. Legolas gibi böyle.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Bermuda Şeytan...

Bildiğiniz gibi uçaklar düşer, gemiler de batar. Bunlar gayet normaldir. Ama normal olmayan bunların genelde Bermuda takım adalarının oluşturduğu üçgen bölgede yaşanmasıdır. Nedir buranın sırrı?

Bilim adamları bunu yüce yaratıcının isteği olarak yorumlarken din adamları durumu fizik yasaları ile açıklamaya çalışırlar. Sonra bakarlar ki olmuyor, rolleri değişirler.

Bermuda’da yaşanan durumun bir benzeri de Türkiye’de vardır. Muş yöresinde gerçekleşen ve açıklanamayan bazı kaybolma olayları türkülere konu olmuştur.

Burası Muştur, yolu yokuştur.

Giden gelmiyor, acep üçgen midir?

Pazarlarda batan geminin malları olarak lanse edilen Bermuda Şortlar üzerinde araştırmalar devam ediyor...

9 Ekim 2009 Cuma

Karartma Gecelerinde Aşk (Yerli Malı Sinema)

Özert: İkinci Dünya Savaşı sıralarında yaşanan ama karartma nedeniyle tam yeri ve kimlerin başından geçtiği bilinmeyen bir aşk hikayesi...

- Kim var orda!
- Bilmem?
- Ne demek "Bilmem!" Sen kim olduğunu bilmiyor musun?
- Biliyorum da, karanlıkta değiştirmişlerdir belki diye şüpheleniyorum.
- Sen aydınlıkta da böyle manyak mısın?
- Yooo!
- O halde haklısın. Seni manyak olanınla değiştirmişler.
- Manyağım sana!
- Ben de sana!

Ve böylece ışıklar yanana dek mutlu yaşadılar…

The End

Pardon yerli malı demiştim di mi.

- SON! -

15 Eylül 2009 Salı

O Bana Benim Ona Baktığım Gözle Bakıyor!

Aynı sırayı paylaşıyorduk onunla... Ama okul arkadaşı değildik. Nasıl mı? Şöyle; otobüs durağındaki sırada bekliyorduk her gün... Bu sıra arkadaşlığı neredeyse bir senedir devam ediyordu. Bir gün otobüs geldi ve ben centilmence sıramı ona verdim.
Gülümsedi ve yanağımdan makas aldı. O anda kendimi "Makas Eller" filmindeki Johnny Depp'in kız arkadaşı gibi hissettim.

Uçuyor gibiydim. Ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Çünkü gerçekten uçuyordum. Yaşadığım romantik an nedeniyle sabırsızlanan yolcular beni kenara itip otobüse binmeye çalışıyorlardı. Bense otobüs ile kaldırım arasına düşmüştüm. Otobüs hareket edince yüzüm parçalandı.

Kaderin bir cilvesi olsa gerek kazadan sonra başka otobüse bindirilen yolcuların otobüsü de buzlanan yolda kaza yapmıştı. Sevdiğim kız da otobüsteydi ve takla atan otobüsün içinde "zafer işareti yaparken" sağa sola çarpan yolcunun parmakları, onun güzel gözlerini çıkarmıştı. Sonradan bunun bir terör eylemi olduğu ve zafer işareti yapan yolcunun terörist olduğu anlaşıldı. otobüsün frenlerini bozmuştu. Buna bir de buzlanan yol eklenince aynı gün içinde hem ben hem de sevdiğim kız kaza geçirmiştik.

Aşırı cilveli kaderin son cilvesi ise inanılmazdı. Parçalanan yüzümden fırlayan ve yüzüm parçalandığı için yerine konması imkansız gözlerimi, sevdiğim kıza nakletmişlerdi.

O artık bana, benim ona baktığım gözerle bakacaktı. Ama ben asla göremeyecektim.

Ama üzülmüyorum. Kör olmanın bazı avantajları var. Mesela abuk subuk, Jülya Roberts kılıklı romantizm zortlatması Copy-Paste zırvalıkları okumak durumunda kalmayacaktım.

The End

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Damdaki Kızgın Kedi!


Yanlışlıklar Komedisi Kısa Hikayesi

Sunum: Samanyolu Galaksisini oluşturan samanların bir kısmını kafataslarında "gelir zamanı" diyerek saklayanların televizyonu olan Samanyolu Tv; bundan bir süre önce (Birkaç ay kadar) gösterilen Kızgın Damdaki Kedi filminin adını daha anlamlı ve anlaşılır (Ve İslami geleneğe uygun) bir şekilde çevirmişti. (Bkz. başlık)

Tabi bunun bazı yan etkilerinin olması kaçınılmazdı. Mesela bana ilham vermesi gibi... Birkaç ay önce "sonra yazarım" diyerek savsakladığım ama bugün aklıma gelen bu kısa hikaye tamamen STV`nin güzel çevirisinin bende yarattığı çağrışımdan doğmuştur.
Yani; babası (ben) ve anası (STV) arasındaki aşkın meyvesidir.

Başlıyorum, sıkı tutunun! Veya bırakın yani siz bilirsiniz.

Ah bi yakalasa! Bunu yapanları bi yakalasa; çocukken oynadığı "yün yumağını yakalama" oyunu sırasında yumağa yaptıklarının aynısını onlara da yapacaktı. Ön patilerinin tırnaklarını - ki kendisi "pençe" diyordu- geçirip, ısıracak sonra da arka ayakları ile tepikleyecekti. Ardından bırakacak ve bir süre ilgilenmiyormuş gibi yapıp, yumağın (yani kundakçıların) hiç beklemediği anda tekrardan aynı şeyleri uygulamak üzere atlayacaktı üstlerine...

Öyle kızgındı ki kendi kuyruğunu yakalayacak kadar küçük veya köpek olsa, sinirinden onu kopartıp tükürebilirdi. Sırtındaki tüyler kirpileri kıskandıracak kadar dikleşmiş ve göz bebekleri, yükselen kara dumanı içine çekmiş gibi siyahlaşıp, büyümüştü...

Atlamayı düşündü. Ama alevler tarihi (yani tahta) binanın 4 duvarını da sarmıştı. Eğer atlarsa esaslı bir tütsülenme veya epilasyon yaşardı. Keşke biraz su olsaydı! Islansa, alevlerin içinden geçerken yanmaktan kurtulurdu. Sudan nefret ediyordu genelde... Fakat bu sefer, hiç olmadığı için...

Üstünde durduğu dam gitgide ısınıyordu. Dayanamayacağı kadar kızgınlaşması fazla zaman almayacaktı. Zaten bina da çökmek üzereydi.

Kim otopark yapmak için bir evi yakardı ki?! Hele bunu MART ayında kim yapardı? Bu onun göreceği son kızışma mevsimiydi anlaşılan... Ama ne kızışma! Büyük final türünden...

İşte, kızışma döneminde takıldığı tarihi konaktan ayrılıp, itfaiye istasyonuna taşınmasının hikayesi buydu. Vinçli merdivenden çatı seviyesine su sıkan ve bu sırada şans eseri kediciği son anda fark eden itfaiye erinin kahramanlığı sayesinde yaşıyordu. İtfaiye istasyonlarının alışılmış maskotu Dalmaçyalı cinsi bir köpek olmamasına karşın, siyah beyaz tüyleriyle durumu idare ediyordu.
Göreve itfaiyecilerle çıkıyordu ve yanan binaların damlarının kızgın olup olmadığını kontrol ediyordu. İtfaiye erlerinin güvenliği için...


- Kızgın Son -

Samandolu Tv Sundu...




16 Temmuz 2009 Perşembe

Sırrı

Sırrı daha küçücük bir yaşındaki veletti.
Bir tane de başlığı vardı.
Sonra Sırrı bir gün babaannesiyle parka gitti çünkü annesi ve babası Sırrı’yı bırakıp birlikte kaçmışlardı.
Neyse babaannesi Sırrı’yı yürütmeye çalıştı parkta.
9 aylık Serenay'da ordaydı ama aralarında mezhep farkı vardı.
Hiç arkadaş olamadılar.
Sırrı bir gün yürüdü.
Ve konuştu da.
Serenay gene ordaydı, sosyetik ev hanımı annesiyle.
Serenay Sırrı'nın başlığını aldı ve yere attı, ezdi.
Sırrı bunu unutmayacaktı.
Aradan yıllar yıllar geçti, okulları okullar kovaladı, hocaları öğrenciler derken Sırrı büyük adam oldu.
Serenay' da Amerika’da master, doktora, seminer, sertifika, derken yaşlandı.
Hiç tanışmadılar.
Ama Sırrı halende başlığını saklar.
And the end.

28 Haziran 2009 Pazar

Müteakiben Şarjım Geldi!

A Little Story... But This Is Not Only A Story...

99 gram bir cep telefonuydu.
Evirdim, çevirdim, havaya attım, tuttum...
Ne yapacağımı bulamadım.
Tuş kilidini açıp kapamaktan şarjı azalmıştı.
Dur bari şarja takıyım dedim.
Bir hamlede şarj aletine bağladım.
Ve bir anda, karanlık odama nur indi sanki.
Gelen akımın farklı bi’ şeyler getirdiği belliydi.
Ama ne olduğunu anlayamamıştım.
Hemen çevirip ekrana baktım, kesin sendin o..
Mesaj atmıştın bana…
Bakmamla birlikte beynimin tüm vidaları yerinden oynadı.
Sadece şarj olduğuna dair uyarıymış.
Allah da benim belamı versin.

12 Haziran 2009 Cuma

Pinokyo'da Bir Terslik Var!


Gepetto ustayı zan altında bırakmak istemem. Zira "ustalara saygı" kuşağıdır 80 Kuşağı... Bu kuşağın en küçük kişiliklerinden biri olarak saygısızlık etmek istemiyorum.
Ama hayatını ve "haya-" heceleriyle başlayan başka şeylerini, gerçeklerin ortaya çıkması için adayan, bunları gerekirse feda edecek biri olarak sessiz kalamazdım. Tabii geveze biri olarak da...

Konuya gelelim. Bildiğiniz gibi ağaçlar aşağıdan yukarıya doğru büyür. Doğadaki birçok şey böyledir. Suda yaşayanlar hariç. Su, farklı bir "doğa" dır. Orada yerçekimi yoktur. Suda yaşayan varlıklar "yatay" olarak yaşadıkları için soldan sağa veya sağdan sola (siyasi kimliklerine göre) büyürler. İki tarafa doğru büyüyenleri de vardır. Onlara "Deniz Yavşağı" deriz. İnsanın bir duruşu olmalı di mi? Gerçi deniz tabanında büyüyen bazı bitkimsi mercanımsı şeyler de yukarıya doğru büyür.
Yani nereye doğru büyüyeceğinizi, altınızda sert zeminin ve yerçekimi olup olmadığı belirler.
Karada yaşamasına rağmen "yatay" büyüyenler de vardır. Biz onlara, bilim adamları olarak "Şişko!" deriz. Ama sadece bilim adamLARI yani ÇOĞULken. Teke tek kaldığımızda dalga geçemeyiz. Bizim beyinlerimiz güçlüdür kaslarımız değil.
Balinalarla (memeli-balık) şişkolar (mememsi-insan) arasındaki bu benzerlik, hayatın suda başladığının bir başka kanıtı. İlk karaya çıkan varlık muhtemelen koşu yaparak kilo vermeye çalışıyordu. Çünkü yerçekimi olmayan suda, spor yaparak zayıflamak zordur.

Her neyse! Neden bahsediyorduk? Evet... Ağaçlar! Ağaçlar, aşağıdan yukarıya doğru büyürler. Yani yerçekimine zıt gelişirler. Tüm bu zıtlıklarına rağmen, bir elma ağacı ve bir Newton sayesinde "yerçekimini" anlamamız ne ironik?
Dolayısıyla, her ağacın ve dalın bir "aşağısı" bir de "yukarısı" vardır. Anlatılanlara göre Gepetto usta, Pinokyo`yu ormanda yürürken bulduğu bir kütükten oymuştur.Gelin bir an için Pinokyo`yu ve yalan söylediğinde olanları düşünelim. Acaba Gepetto Usta, Pinokyo`yu oluşturan sihirli kütüğü ters oymuş olabilir mi? Eğer kütük kalın bir ağaç parçası ise, yani bir tarafı daha ince değilse kolaylıkla böyle bir yanlışlık ortaya çıkabilir.

Sorun şu: Gepetto, kütüğü "TERS" yontmuş olabilir mi? Daha açık sorarsam, Yalan söylemek Pinokyo için cinsel bir uyarıcı mıdır? Uzayan gerçekten burnu mudur?

Tabii başka sorular da sorulabilinir: Kırmızı Başlıklı Kız, Güvenli Seksi mi sembolize ediyor:
- Pinokyo! Burnun niye uzuyor?
- Seni daha iyi...

5 Haziran 2009 Cuma

Sınav Kaysısı


Sınava bir kaç ışık günü kala insanlarda ama yalnız insanlarda bir sınav kaysısı meydana gelir. Aman üç yanlışım ya bi doğrumu götürürse,aman ya beş yanlışım kellemi götürürse gibi zuhaller belirir kafatasımızda. Eğer yenmek isteyen varsa peşimden gelsin. Karayiplerin kazma girmemiş ve kadın eli değmemiş ormanında beraber kaysı partisi vermeyi kendime ödemeyeceğim bir borç bilirim. Hadi hep beraber kaysı festivaline!

Biletler biletixtedir büyük ihtimalle. Yine de bakın bi siz.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Fareli Köyün Neyzeni

Masal İzafiyeti..

Zamanın birinde çok uzak bir krallık varmış. "Neye göre uzak?" derseniz, kısaca her şeye uzakmış.

Bu küçük krallığı bir gün fareler basmış. "Neye göre küçük?" derseniz, size yanıtım diğer krallıkların hepsinden küçükmüş.

Aslında olaylar krallıktaki insanların, etrafta sürünen iğrenç yılanlardan kurtulmak istemeleriyle başlamış. "Neye göre iğrenç?" sorusuna karşılık olarak; farelerden daha az, geriye kalanlardan daha çok iğrençlermiş.

Kral halkını mutlu etmek için tüm yılanları öldürtünce (anladınız mı ne kadar küçük bir krallık?) halk kısa bir süre mutlu olmuş. "Neye göre kısa?" dersek farelerin üreme hızı ile ilgili bir fonksiyon yazmak kadar kısa, sürmüş mutlulukları.

Her neyse... Doğal düşmanları ortadan kalkan fareler, krallığı içten fethederken bir çözüm arayan kral, çaldığı NEY ile hayvanlara istediğini yaptıran çok ünlü bir neyzeni çağırmaya karar vermiş. "Neye göre ünlü?" sorusu karşısında söyleyebileceği; Cenk & Erdem`den daha çok, Michael Jackson`dan daha az ünlü olduğuymuş.

Ayrıntıları atlarsak; neyzen, fareleri yok ettikten sonra doğal düşmanları ortadan kalkan böcekler tarafından yıkılan krallığın öyküsü burada bitiyor. Neye göre mi ayrıntı? Kaval ile Ney arasındaki farka göre…

Bu kadar yahu.



6 Mayıs 2009 Çarşamba

Where Is Your Mind ?!

Ey insan!
Üstüne alınması gereken adem kızları, havva oğulları!
Ya da tam tersi!
Neyse işte!

Her ne kadar farkında olmasan da, muhtaç olduğun o küçücük beyin, kafatasındaki o büyük boşlukta mevcuttur.
Yani olması lazım..
Ordadır ordadır iyi bak..

(Kıssadan Hisse Senedi İttifak Devletleri, yersen.)

and the end.

16 Nisan 2009 Perşembe

External Hard Life and the Spotless Mind

Film harici bir mekanda geçer...

Bed baht ve şuursuz kahramanımız, hariçten gazel okurken ansızın beliren nur yüzlü al yanaklı güzel yüzünden error verir.

Ethernet kablosunda yaşanan iletişimsizlik, ilişkinin içine turp sıkmıştır...

Bilgisayarınızı control alt delete yapıp yeniden başlatmanız gerekmektedir.

Spot ışıkları gözünüzü alır. Power düğmesine gider yanlışlıkla barnağınız...

"Bu proğram geçersiz bir işlem yürüttü, yürü git lan işine" der, Windows'un pervasız penceresi...

Pencere açılınca içeri baharın hafif serin rüzgarı girer...
İçiniz titrer...Bi' gıdım üşürsünüz...
Üfürürsünüz elinizdekileri...Genzinize kaçar umutsuzluğunuzun tozu... Hapşırırsınız...

Pencerenin hemen altında pusuda bekleyen biri çok yaşa der, lanet okur o yaşama...
Kapar pencereyi uyumaya devam edersiniz..

Gün daha o gün değildir...

4 Nisan 2009 Cumartesi

Bazıları Sıcak Sevmez!

Pardon!

Ayağınıza mı bastım?

Olsun, önemli değil.

Zaten bu benim yazım ve burada "benim sözüm" geçmeli.

Neyse... Konuyu dağıtmayalım. İsteyen buradan alsın. Bi de dağıtımcı firmalarla muhattap etmeyin beni!


Bildiğiniz gibi hava sıcak. Eğer bilmiyorsanız o halde dokunma duyunuz, hiçbir şey duyamayacak kadar sağır olmuştur. Filozofun dediği gibi "Ya bütün sağırlar filozof ya da bütün krallar sağır olmalı!"
Bazılarınız (isim vermek istemiyorum zira o ebeveynlerinizin görevi) Küresel Isınma`dan bahsedeceğimi zannedecek. Bir kaçınız (ya da kaçmayınız) bu yazının içeriğini; saçma sapan bir "meteorolojik mızıldanma" olarak damgalayacak...
Ama tüm bu arkadaşların bilmediği bir şey var. Aynı "arka"yı paylaştığım bu arkadaşlar, yazının bitmekte olduğunun farkında değiller.
Çünkü söylemek istediğim "havanın sıcak" oluşu ve benim bundan hoşlanmamamdı. Söyledim zaten. Alla allah!


İçinizden hepiniz, "O gitti!" diyorsunuz di mi? Hah ahah haha! Bu kadarla kurtulacağınızı sanıyorsanız, resimli ansiklopedik sözlüklerde "optimist" kelimesinin karşısında fotoğrafınızın olması gerekir.
Anlatacaklarım daha bitmedi. "Ne zaman bitecek?" diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum.
Benden ne zaman kurtulacağınız ise beni ne denli çabuk anlayabileceğinize bağlı. Bilerek ona bağladım. Çünkü sırf benden kurtulmak için "beni nedenli çabuk anlayabileceğinizi" kesmeye kalkışamazsınız. O dediğiniz "Testere" filmi...
Neyse... Acıdım size... Gidiyorum. Ama bir dahaki sefere Kudüs`ü alacağım!

24 Şubat 2009 Salı

Chat Cola - Sanal Dostlukların Başlangıcı!


Var böyle bi'şey.

Hatta bu da var;

"YOUR REAL ESTATE AGENCY"

Anlayan beri gelsin...

Hatta tabelasının üzerinde GÜLÜMSEYİNİZ yazan restaurant bile var.

Hatta Marshall boya logosunun aynısı, yazı yerinde Marshall değil Köşk yazan lokanta bile var. Ama nalbur niyetine onu pas geçebilirsiniz.


(Fon yaptım, bu bir photoshop harikası değildir.)
(Fon dediğim plaj havlusunun ta kendisidir.)

Şaka maka adamlar taklit - dandik kolayı ilçe ve köylerdeki her markete yalnızca bir kez satıp, sonra piyasadan çekilseler bile sanırım köşeyi dönüp zengin olacaklar.

Anlaşılan herşeyin bir Kola'yı var. (!)

Ayrıca SANAL DOSTLUKLARIN GERÇEK TADI bence çok kalite bir slogan ve bunu üreten süper de geyik bi' adammış, espri anlayışını takdir ettim

Ama kendisi acayip içilemeyesi bi' kola üretmiş ve üstüne slogan bulmayı da ihmal etmemiş. Allah da onun tepesinden baksın.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Love Me Tender!

Bildiğiniz gibi sürekli olarak sevgililerimiz oluyor ve bunlara aşkım, canım, cicim vs gibi ithamlarda bulunuyoruz.

Peki söz konusu aşk nedir?

Kime aşkım denir?

Elvis`e göre Love "miten" dır!
Yani aşk, mitebilmekle alakalıdır. Mitmek ise "mit" kelimesiyle alakalıdır. Mit biliyorsunuz, Yunan mitolojisinden gelir. Yani kısacası Mitolojik efsane yazılacak kadar sevmektir birisini: Aşk.
Bu kadar çok severseniz aşkım diyebilirsiniz.
Sevmezseniz demeyin.
Kırmıyim ağzınızı and the burnunuzu.

Çişimin gelmesi sebebiyle bu sallamasyon şeyimizi burada kesiyoruz.

Siz ne kadar sallarsanız sallayın yine de bir sallamayana sorun.

Ne kadar sallarsan salla, dona düşer son damla.

Öptüm, bye.

Aç parantez, söz konusu love me tender adlı tünememiz tendır ekmeği yapanlara ithafen yazılmıştır. Saygılarımla.

Yemek Yerken Kullanılanlar Sıralaması (Upgraded!)

Bildiğiniz gibi yemek yeriz. Hem de nasıl? İşte sorumuz da zaten bu; nasıl yemek yeriz? Neyle yemek yeriz?

Geçen gün radyo dinlerken bir programcı son sıralamayı verdi. Güzellik yarışmalarındaki gibi sondan başa gidiyordu:

3 numara! ÇATAL-KAŞIK: İnanılmaz değil mi? Birinci sırada sanıyordunuz herhalde. Muhtemelen "insan" diyince de aklınıza bir çekik gözlü ya da hintli gelmiyordur sizin.

2 numara! CHOPSTICK: Yemek yerken aynı anda formunu korumak isteyenlerin icadı. Siz "yemek çubuğu" olarak tanırsınız. Türk değil misiniz? Hepiniz aynısınız!

Veee 1 NUMARAA! EL: Nasıl ki yemek deyince aklınıza sulandırılmış un lapası ve tüm hayatı boyunca bundan başka "yemek" yemeyenler gelmiyorsa, en çok kullanılan yemek yeme aygıtı konusunda da benzer bir algılayış içindesiniz yağlı k*çlılar sizi! Siz anca "peygamberimiz eliynen yerdi" gerzekliği içinde düşünürsünüz elle yemek yemeyi... Ya da görgüsüzlük... Ama bu dünyada insanlar elleri ile yemek yiyiyor hem de hiç de yemek olmayan şeyleri.

Related Posts with Thumbnails